#GününSözü: Roma bir günde yapılmadı.
Geçen hafta, enerji sektöründeki ODTÜ’lüleri üzen bir video sosyal medyada ve haber sitelerinde kendine yer buldu. ODTÜ’lüleri üzen diyorum, ancak enerji sektörünün dışında kalanlar “işte bu, ülkeyi bu arkadaşa verelim” moduna girdi (yanına da Prof. Dr. Özgür Demirtaş’ı eklemişler). Yazık. Üyesi olduğum bir grupta “uçamayan süper kahraman” benzetmesi yapılmıştı eleman hakkında. Bu elemanın ayıbı şu: doğruları yalanla harmanlaması ve bazı şeyleri de çarpıtarak vermesi. Ülkeden ümidini kesmişliği, kibirli hali vs kendi karakteriyle alakalıdır; ancak insanları yanlış bilgilendirme ve yönlendirmesi suç bile teşkil edebilir. Zaten, röportajın ertesi günü Finlandiya’ya döneceğini ifade etmesi ne kadar tesadüf bilemiyorum. Konuyla alakalı uzunca bir değerlendirme TESPAM sitesinde kendine yer bulmuş (bağlantı). Bu vesileyle DW’de çıkan bir yazıya değinmek istiyorum esas, zira orada da temiz elektrikli otomobillerin efsane olduğu iddia edilmiş ve denilmiş ki: “elektrikli araçların ekelojik karnesi içler acısı“. Zat, enerji dönüşümü denilerek milyarların toprağa gömülüğünü, sübvansiyonlara rağmen yerli panel imalatçılarının battığını ve yüksek gerilim hatlarının evin tepesinde durmasını kimsenin istemediğini vs söylemiş. Kimse elektrikli araç dönüşümünün başarılacağını garanti etmiyormuş; çünkü elektrikli otomobilin ekolojik bilançosu içler acısıymış ve bir Tesla’nın çevreye verdiği zararı eşitleyebilmek için 8 yıl sedan tipi bir Mercedes kullanmak gerekiyormuş. Yüz kilometrede 6 litreden az yakan içten yanma motorlu otomobiller çevreye ve insanlara bir Tesla’dan daha az zarar veriyormuş. Bunun nedenleri arasında elektrikli arabaların son derece ağır aküyle donatılması da bulunuyormuş. Zat’ın insanlık duygusu kabarmış olmalı ki, Kobalt’ın Kongo’da çıkartılmasındaki gayri insanı şartları eleştirmiş. Ama, akünün esas hammaddesi olan lityum’un Çin, Şili, ABD, Arjantin gibi ülkelerde çıkartıldığına değinmekten imtina etmiş. Mercedes’in Almanya’daki batarya fabrikası kapasitesini artırması da yazarı rahatsız etmiyor sanırım.
Evet, Kobalt çevreye zararı olan bir element, lityum da öyle (hatta patlama riskli). Ancak, elektrikli araçların en önemli parçası olan lithium-ion bataryalar (LIBs) erken gelişim aşamasında denilebilir. Elektrikli araçların ihtiyaç duyduğu enerji de bir yerden üretilmek zorunda ve bu, şu anda %100 yenilenebilir değil. Olmayacak da bi 50 yıl daha en az. Ancak, dönüşüm, sihir gibi gerçekleşen bir şey değildir. DW’deki yazar öncelikle Almanya’nın kömürden vazgeçmemesini eleştirebilir mesela. Daimler’in CEO’sunun fuel-cell için, yakıt hücresi teknolojisinin artık firma için kilit bir rolü olmadığını söylemesini ve şirketin, mevcut yakıt hücresi projeleri haricinde yeni geliştirmelere odaklanmama kararını eleştirebilir mesela. Bu arada, yazıda geçen “otomobil maftasının haylaz çocukları” Tesla mı oluyor anlamadım.
Son niyetine, içten yanmalı motora sahip Mercedes kullanmaya devam mı edelim ne yapalım, onu alacak paramız da yok işin ironik tarafı 🙂
Nature’de yayınlanan bir makale: Nanotechnology for environmentally sustainable electromobility (indiremeyenler mail olarak talep edebilir)
Ülkemiz gerçekten de bize öğretildiği gibi konumu itibariyle gerek meteorolojik özellikler gerekse de koridor görevi açısından ve gerekse de tarihi geçmişimiz bağlamında paha biçilmez kıymete haiz. Bunu bir adım ileri götüren bir yazıya denk geldim, şöyle bir ifade var yazıda: “…sahip olduğu güneş ve rüzgâr sayesinde enerjide potansiyeli olan önemli ve stratejik bir ülke konumunda. Bu potansiyeli sayesinde Türkiye neden yenilenebilir enerjiyi üreten ve üretim için gerekli teknolojiyi geliştiren bir ülke olmasın?” Burada, potansiyelin varlığıyla teknolojinin geliştirilmesinin ilişkilendiriliyor gibi. Almanya’nın güneşlenme süresiyle Türkiye’ninkini kendisi de veriyor yazar ve Almanya’nın Solar World isimli şirketini bilmeyen yoktur. Japonya’nın doğal gazı mı var mesela da gazdaki hidrojeni ayrıştırıp fuel-cell teknolojisine dayalı ısınma ve elektrik olarak kullanan sistemi evlere kuruyor adamlar. Teknoloji illa ki o teknolojinin utilize ettiği bir kaynağın varlığı/bolluğunda gelişmiyor.
Yazıda şöyle de bir ifade geçiyor: “Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda epeyce yol aldık açıkçası.” Ülkemizdeki GES kurulu gücü 1000 MW civarında, 2023’te 5000’e ulaşabilir bu. Epey kelimesine nasıl bir anlam yüklenmiş bilemiyorum, ancak öyle epey falan yol almışlığımız yok. Bunun çeşitli sebepleri var (doğrusuyla eğrisiyle); ancak “epey yol aldık” demek olmamış. Zaten, inanıyorum ki, yazarın kendisi de epey yol alındığına kani olsaydı sayısal konuşurdu. Mesela;
- Avustralya’da Ocak 2017 itibariyle 1.6 milyondan fazla evin çatısında GES kurulu (penetrasyon %15).
- Avrupa Birliği GES kurulu gücü 2016 sonu itibariyle 101 GW, sadece 2016’da kurulan kapasite 6000 MW.
- Belçika’da 2016 sonu itibariyle toplam güç 3423 MW.
- İngiltere’nin kurulu gücü 12 GW kadar. Sadece 2016’da 2 GW ilave olmuş.
- Global GES kurulu gücü 2016 sonunda 300 GW aştı.
- Almanya kurulu gücü 40 bin MW’tan fazla.
Bir şeyler yapılıyor, hakkını teslim ediyoruz; ancak var olana eklemeler yaparak onu büyük göstermeye çalışmanın anlamı olmadığı kanaatindeyim. Yolumuz açık olsun.